28 Şubat postmodern darbesinin üzerinden 12 yıl geçti ama hala tartışmaları devam ediyor.
Ergenekon ile 28 Şubat arasında ortak payda isimler ortaya çıkınca bu yıl daha bir heyecan ile konu tartışıldı. Peki, tartışıldı da ne oldu? Maalesef koca bir hiç?
Mehmet Ali Birand bile patladı sonunda. “Yahu o kadar andıçladınız bari bir özür dileyin birader” dedi, ama ne gezer.
Ortaya çıkan bütün ses kayıtlarına rağmen dönemin Genelkurmay Başkanı Karadayı üzerine hiç alınmadığı gibi, Çevik Bir Paşamızdan da tık yok. Özür dilense de ne olacak ya, o da başka bir konu.
Bu yazıyı yazarken dikkatimi çekti, andıç kelimesini yazarken yazılım programını yapan Microsoft firması bu kelimeyi yabancı veya hatalı olarak algılıyor ve andıç kelimesinin altını kırmızı ile çiziyor. Aslına bakarsanız 28 Şubattan önce bizde bu kelimeyi bilmezdik. Sağ olsunlar öğrettiler. Microsoft ne yapsın, onlarda Türkiye gibi bir ülkede yazılım yapmak nedir öğrenecekler.
28 Şubat 1997’de 10 yaşında olan bir çocuk bugün 22 yaşında. Yeni nesillerin o günlerde yaşananları iyi bilmeleri açısından 28 Şubatın gündeme getirilmesi önemli.
28 Şubatın kahramanlarını şöyle sıralayabiliriz. Darbeci-andıç meraklısı askerler, medya patronları, yayın yönetmenleri, yazarlar, askerden brifing almaya meraklı yargı mensupları, akademisyenler.
Peki, millet olarak biz olayın neresindeyiz? Biraz da çuvalı kendimize batıralım mı?
Hatırlar mısınız o dönem neredeyse bütün Türkiye olarak ekranlarda Fadime Şahin’in gözyaşları ile anlattıklarını izliyorduk. Bu ‘zavallı kız’ kendisine tacizde bulunan sahte şeyh cinci hoca Ali Kalkancı’dan kaçıp gene bir başka sahte şeyh Müslüm Gündüz’e sığınmıştı. Birde baktık ki Fadime Şahin’i bu seferde Müslüm Gündüz kandırmış, ‘zavallı kız’ canlı yayında kameralar ve polis eşliğinde basılmıştı.
Vay şerefsizler vayy, ne gelirse bu hacı hoca takımdan gelir dedirtecek cinsten bir senaryoydu bu. Zaten başbakan da bu hacı hoca takımından değil miydi? Millet olarak ekranlara kilitlenmiştik. Reyting oranları bir rekoru gösteriyordu.
O günlerde gariptir dini içerikli kitapların satışında bile ciddi oranda düşüş yaşanıyordu. Üstelik aylardan da Ramazan’dı.
Milletçe bu zokayı yutmuştuk. Medyanın gazına gelmiştik. Yoksa bu kadar reyting yapar mıydı bu çadır tiyatrosu? Dini kitap satışları niye düşmüştü peki?
Ergenekon soruşturması kapsamında bir gizli tanıkın ifadelerinden gerçekler yıllar sonra ortaya çıktı.
Meğerse bu tiyatronun organizatörü Ergenekon’un meşhur sanığı Veli Küçükmüş. Senaryoyu da Sisi olarak bilinen transseksüel Seyhan Soylu yazmış.
Önce Aksaray'da, bir pavyonda çalışan, konsomatrislik yapan Fadime Şahin bulunmuş, tesettüre sokulmuş. Arkasından alkolik ve işsiz Kalkancı'yı eğitip hacca göndermişler, sakal bıraktırmışlar, olmuş size derin bir cinci hoca. Sahte müritler de derhal ayarlanmış.
İşin en komik tarafı Kalkancı’nın kerametleri. Şeyh efendi herkesin gözü önünde 'Şahı Nakşibendi Abdülkadir Geylani' diye bağırınca koyun postu Kalkancı'ya doğru geliyormuş, işin üç kağıdı daha sonra ortaya çıktı. Meğerse Sisi’nin ekibinden olan Ümit Oğuztan Singapur'dan nesneleri hareket ettirmeye yarayan uzaktan kumandalı bir çip getirmiş, postun içindeki çipin kumandası Ali Kalkancı'nın saatinin üzerindeymiş. Böylelikle postu istediği gibi oynatabiliyormuş.
Tam bir çadır tiyatrosuydu.
Zokayı millete yedirdiler, askerdi, medya patronuydu deyip suçu ona buna atmayalım. Maymunların bile gözünü açtığı bu alemde artık gözümüzü açalım da bu tür çadır tiyatrolarını yutmayalım.
Müslüm Gündüz’ün Fadime Şahin ile basıldığında polislere ‘nerede kaldınız’ diye fırçalaması gibi ufak tefek açıklar vardı ama gene de çok başarılı bir senaryoydu.
Öyle olmasa Sisi 28 Şubat döneminde paşalar beni anlımdan öptü der miydi?
Erkam Tufan AYTAV / Haber 7
erkamtufan@medialogplatform.org