Davos dönüşü Erdoğan’ın Monşer kelimesini kullanmasıyla bu kelime yeniden gündeme geldi.
Başbakan kendisini diplomatik bir dil kullanmadığı için eleştiren diplomatları bu kelime ile suçladı. Daha havalanında, sırtındaki teri soğumadan ‘o diplomatların hele hele monşerlerin adetini bilemem, bilmekte istemem’ diyerek sert bir çıkış yaptı. Başbakan İsrail’e bindirmekle kalmadı birde monşerleri hedef tahtasına koydu.
Çok ta iyi yaptı. Eee konu monşerler olunca topa girmeden edemedim.
Monşer kime denir diye ben sizin için şeyle bir araştırma yaptım. Bulduğum tanımlar şöyle;
Aslen Fransızca olan bu kelime azizim, dostum anlamına geliyor. Türkiye de kullanım anlamına gelince;
Monşer: yabancı dilde eğitim görmüş, batılı yaşam tarzını benimsemiş, halktan kopuk olmakla kalmayıp halka tepeden bakan, memur olduğunu unutarak `Türkiye milleti adına hareket eden bürokrat zümre.
Monşer kelimesinin Fransızca olmasına dikkatinizi çekeyim. Aslında bu kelime Tanzimat ile birlikte Fransa üzerinden batılılaşan, batılılaştıkça da kendi halkı ve kültüründen uzaklaşan bir zümreyi ifade eder. Fransızlaşma olarak başlayan bu süreç zaman içinde İngilizleşme ve Amerikanlaşma şeklinde çeşitlilikler göstermiştir.
Osmanlı sonrası, padişahlık yerini tüketim kültürü açısından batılılaşmış, halkı çarıklı ve cahil gören, tatilini Anadolu’da değil de Paris’te geçiren monşer bir bürokratik elite bırakmıştır.
İşte bu bürokratik elite oligarşi diyoruz. Ülkemiz yıllarca demokratik bir görüntü üzerinden bu oligarşi ile yönetilmiştir. Bu sebeple devlet ve hükümet ayırımı söz konusudur. Devlet hancı, hükümetler yolcudur.
Bu monşerler makamlarını kişisel yeteneklerine değil, ait olduğu zümreye borçludurlar.
Hükümetler değişir peki bu monşer bürokrasi değişmez mi? İşte bu zurnanın zırt dediği yerdir. O öyle kolay bir şey değildir. Eğer o oligarşiye ait değilseniz kapıcı murtaza’dan eşinizin başörtülü olup olmadığı sorulur. Yedi göbek sülaleniz araştırılır.
Batılı ile batıcı arasında dağlar kadar fark vardır. Batıcı batılının karikatürüdür. Batılı tarafından sürekli
adam yerine konmamasına rağmen batıya karşı hem hayranlık hem de aşağılık kompleksi duyar.
Velhasıl-ı kelam bu monşerler problemli bir homosapiens türüdür. Tedavisi var mıdır, yan etkileri nelerdir bu ayrı bir yazı konusudur.
Peki, monşerler sadece diplomatlar arasında mı vardır. Tabi ki hayır.
Aydın profilimiz monşer tarifine cuk oturur. Aydınımıza Mevlit kandilini anlatmanız için Noel üzerinden izah getirmeniz gereklidir. Avrupa’ya ait bir kavrama link yapmadan anlamaz. Batının kavramları üzerinden kültürüne bakar ve anlamaya çalışır.
Size çok güleceğiniz yaşanmış bir hikâye anlatayım.
Traji komik hikâye: İmam Buhari- Su buharını keşfeden
adam Hikâyeyi anlatan Ali Bulaç.
Yıllar önce içlerinde Ali Bulaç’ın da bulunduğu aydınlarımızdan oluşan bir heyet Özbekistan’a gitmiş. Tarihi turistik yerleri gezmeye başlamışlar. Bir ara Ali Bulaç heyete demiş ki; ‘buraya kadar geldik İmam Buhari’yi de ziyaret etmeden gitmek olmaz’ mutlaka gitmemiz lazım. Bu söz üzerine aydınlarımız ‘ya ne imamı bu sıcakta, gidemeyiz, boş ver, bizi imamla falan uğraştırma demişler ve gitmek istememişler.
Ali Bulaç ne yaptı ise ikna edememiş. O an Ali beyin aklına cin bir fikir gelmiş. Demiş ki “beyler bu İmam Buhari sizin bildiğiniz imamlardan değil, bu aynı zamanda döneminin büyük bir ilim
adamı idi. Batı Sanayi devriminin altında bu imamın imzası var’ demiş. Bu söz karşısında heyettekiler şaşırmış nasıl yani demişler.
Ali bey söze devam etmiş. ‘İmam Buhari adından da anlaşılacağı gibi su buharını keşfeden
adam’! O olmasaydı sanayi devrimi olmazdı.
Heyettekiler bunu yutmuşlar, plan tutmuş ve hep birlikte İmam Buhari’nin kabrini ziyarete gitmişler. Tabii varınca işin aslını anlamışlar ama artık çok geç.
Ali Bulaç bu hatırasını yıllar sonra bana acı acı gülüp anlatırken bu heyette bulunan aydınlarımız kimlerdi diye ben sormadım, o da söylemedi zaten. Siz de merak etmeyin bence.
Erkam Tufan AYTAV / Haber 7
e.aytav@gyv.org.tr